Gökhan Günaydın’ın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu konuşması;
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Tarım Bakanımız, Bakan Yardımcılarımız, değerli bürokrat arkadaşlarımız; herkese “günaydın” demek istiyorum. Hepimiz için yararlı ve verimli bir çalışma günü olmasını diliyorum.
Türkiye’nin en önemli konusunu konuşuyoruz. Henry Kissinger’ın bu çok önemli lafı hepimizin hatırında olmalıdır, yıllarca evvel “Gıdayı kontrol eden, ulusları ve insanları kontrol eder.” demiştir. Şimdi, biz, Türkiye’de gıdayı kontrol edebiliyor muyuz? Sayın Bakan yeni bir Bakan, bu memlekette yirmi yıldır AKP iktidarı var ve biz bir konuşma dinledik. Bütün içtenliğimle diliyorum ve ifade ediyorum ki ben buraya rasyonel, pozitif bir konuşma yapmaya ve katkı vermeye geldim çünkü bu sorun bir siyasal parti sorunu olmaktan çok öte bu ülkenin geleceğiyle ilgili bir sorundur. Türkiye şu anda çok ciddi bir gıda kriziyle karşı karşıyadır ve burada, şu kitapta, şu yaptığınız konuşmada yaşanılanlara ilişkin bir tek gerçek cümle duymak istedim, bir tek gerçek cümle! İfade edeyim ki durumu yansıtan, Türkiye fotoğrafını gerçekçi olarak ortaya bir tek cümle yoktur. Konuşma iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, yapılanlar anlatılıyor, içinde rakam yok arkadaşlar, rakam yok! Anlayabileceğimiz, analiz edebileceğimiz, geçmişle karşılaştırabileceğimiz rakam yok, gerçeği örtmek için mümkün olduğunca yuvarlak sözcüklerle -galiba Sayın Bakanın gazetecilik birikimiyle yaptığı- bir üst örtme çabası görüyoruz. İkinci bölüm ne? İkinci bölümde de yapacaklarını anlatıyorlar; galiba yeni iktidara geldiniz, yapacaklarınızı anlatıyorsunuz öyle mi!
Arkadaşlar, ben size şunu ifade etmek isterim: Bakanlık bürokratları, Sayın Bakan ve Yardımcıları; Bakanlık ve Meclis koridorlarından çıkın, mesela Kars’ta bir ahıra girin, eğer size vatandaş “Yem fiyatlarında hiç sorun yok, hayvan beslememde de hiç sorun yok, durumum gayet iyidir.” diyor ise siz yüzde 100 haklısınız. Ben soruyorum size, en son ne zaman ahıra girdiniz?
TARIM VE ORMAN BAKANI İBRAHİM YUMAKLI – Geçen hafta.
GÖKHAN GÜNAYDIN (İstanbul) – Ya da yine ifade edeyim, ben Silivri’de Toprak Mahsulleri Ofisinin önündeydim, TMO’nun önünde kilometrelerce kuyruk var, insanlara randevu verilmiyor ve bunun nedeni olarak da randevu sistemindeki sorunlar anlatılıyor. Türkiye, randevu sistemindeki sorunu istese bir dakikada çözer, istemediğiniz ne biliyor musunuz? Mümkün olduğunca düşük fiyattan buğday almak, onu da mümkünse piyasaya daha ucuz fiyatla göndermek istiyorsunuz, o nedenle TMO buğday almasın diye çiftçiye saatlerce, günlerce kapıda bekletiyorsunuz. Azıcık çiftçilik yapan bilir ki biçerdöveri, traktörü, TMO randevusunu aynı güne denk getireceksiniz. Kimin umurunda! Soruyorum, kimin umurunda? TMO önünde bekleyen beklemeye devam etsin… Yani burada konuştuklarınızı gidip TMO önünde kuyrukta bekleyen Trakya’daki çiftçiye anlatabilirseniz orta yerde sorun yok demektir ama o çiftçinin size neler söyleyeceğini ben tahmin ediyorum.
Başka bir şey, burada şeker fabrikalarından bahsettiler. Arkadaşlar, bize anlatmayın, bakın, biz kitabını yazdık, işte burada. Yirmi yıldır şekerde neler yaptığınızı biliyoruz. Şeker fabrikalarını nasıl özelleştirdiğinizi, nişasta bazlı şekere nasıl alan açmaya çalıştığınızı biliyoruz. Ne olmuş biliyor musunuz? Ben size rakam vereyim, şekerde son yirmi yılda pancar eken çiftçi sayısı 492 bine 86 bine düşmüş, 492 binden 86 bine düşmüş! Pancar ekilen alan 3,7 milyon hektardan 3 milyona düşmüş. Geçmişte dört yılda bir pancar sırasını bekleyen, onunla oğlunu evlendiren, borçlarını ödeyen çiftçi şimdi pancar ekemez hâle gelmiş, siz bize şekerdeki başarılarınızı anlatmakta herhangi bir tereddüt duymuyorsunuz. Arkadaşlar, gidin, Kayseri’de, Tokat’ta şeker fabrikaları önünde, pancar silolarının önünde çiftçiyle bir buluşun, eğer oradan sağlıkla, gayet keyifle çıkabilirseniz sorun kalmaz. Dönelim, Adana‘ya gidin -burada milletvekili arkadaşlarımız var- bir mısır çiftçisine sorun. “Mısırda durumum iyidir, keyfim yerindedir.” cevabını alırsanız ben burada yalan söylüyorum demektir. Sizlere ne söyleyeceklerini biliyorum çünkü ben hafta sonu o taraftaydım, anlatıyorlar. Veya tam zamanı, bakın, tam zamanı, Mersin’e, Hatay’a gidin, narenciye çiftçisinin bir hatırını sorun; bakalım onlar size ne diyecekler, bakalım narenciye çiftçisi size ne söyleyecek. Arkadaşlar, burada her gün kravatlarımızı takıyoruz, tıraşlarımızı oluyoruz, beyaz gömleklerimizi giyiyoruz. Niçin yapıyoruz bunları? Birbirimize masal anlatmak için mi yapıyoruz yoksa Türkiye’nin gerçeklerini burada konuşmak için mi yapıyoruz?
Bakın, şu, dünyadaki gıda enflasyonunun göstergesi; sevgili arkadaşlar, burada birbirine paralel giden rakamlar var, bir de burada uzun bir çizgi var, görüyor musunuz? Sayın Bakan, sayın bürokratlar; görüyor musunuz, uzun bir çizgi var? Bu, dünyada gıda enflasyonunda Türkiye’nin yüzde 75’le 1’inci olduğunu gösteriyor; Türkiye yüzde 75’le gıda enflasyonunda 1’inci. Bizden sonra gelen memleket neresi? Bizden sonra gelen memleket Macaristan; yüzde 13. Yani Türkiye’de Macaristan’ın 4 katından fazla gıda enflasyonu var. Bu Türkiye nasıl bir Türkiye? Bu memleket on bin yıl evvel dünyada tarımın başladığı memleket yani biz Türkiye’yi, dünyada tarımın başladığı memleketi gıda enflasyonunda kendinden sonra gelen ülkeye 4 kat fark atacak şekilde 1’inci konuma getirmişiz. Biz burada Tarım Bakanlığı bütçesi konuşuyoruz, hiç olmazsa Bakanlıktan bu gıda enflasyonunun bir mazeretini, bir özrünü ve varsa bunu aşağıya çekmek için planlarını duymak isterdik. Ne anlatıyorsunuz? Avrupa’da 1’incilermiş arkadaşlar.
Söyleyeyim size, Türkiye dünyanın en büyük 17’nci ekonomisiydi aldığınızda, şu anda 21’inci ekonomi. Elbette bu büyük ekonominin üretimi fazla olacaktır, siz insanlarınızı doyurabiliyor musunuz, sorun burada. Bu memleketin insanları aç, 20 milyon insan açlık sınırında Türkiye’de. İnanmıyorsunuz değil mi? Bağcılar‘a gidin, kadın anlatıyor, “Bir karnıyarık yapmak istiyorum, evladım istiyor ama patlıcan alamıyorum, bir tane patlıcan aldım, içine de et koymadan çocuğuma karnıyarık yaptım.” diyor. Biz bunu sanki hiçbir şey olmamış gibi burada anlatmaya devam edeceğiz, öyle mi? Arkadaşlar, bu böyle devam edemez. Bizim bunlara önlem alma zorunluluğumuz vardır.
Gelelim, ne yapılması gerektiğine; bir şeyleri saptamak zorundayız, başka siyasal partilere, farklı siyasal partilere ait olabiliriz, bir şeyleri saptamak zorundayız. Türkiye’nin 1980 yılında nüfusu 44 milyondu, bugün 86 milyon. Demek ki biz her yıl 1 milyon nüfus artırmışız, kırk iki yılda 42 milyon nüfus artırmışız. Demek ki biz bu nüfus artışına paralel bir şekilde kendi üretimimizi artırmak zorundayız. Geçmişteki üretimi aynen devam ettirmek Türkiye’nin bir yıl daha geri kalması demektir. Ben şimdi size rakam veriyorum. Dünyanın en büyük ihracatçısı diye anlatıyorsunuz ya, doğru değil ama önce size çok net anlaşılması için bir şey soracağım. En temel ürünleri sayacağım size, içlerinden birinde Türkiye kendine yetiyorsa “Gökhan Günaydın doğru söylemiyor.” deyin. Buğday -söyleyeceğinizi biliyorum, anlatacağım şimdi- arpa, mısır, soya, ayçiçeği, çeltik, baklagiller, mercimek, nohut, et, et ürünleri; bunlardan bir tanesinde “Türkiye kendine yetiyor.” deyin, bir tartışma açalım, bir tanesinde. Ve siz bize diyorsunuz ki: “Türkiye gıdada ihracatçı bir ülke.” Doğru değil.
Tarımsal ham madde dış ticaretinde ne olmuş ben size söyleyeyim: 2020’de 4,1 milyar dolar, 2021’de 5,6 milyar dolar, 2022’de 7,5 milyar dolar açık vermişiz. Ha, aydın namusu için de şunu söyleyeyim: Tarımsal ham madde dış ticaretinde bu memleket açık veriyor ama gıda sanayisinde fazla veriyor ve ikisi birbirini tapa ediyor ama bu bizim tarımsal ham maddede net ithalatçı olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Buğday değil mi, buğdayın ana vatanı Türkiye; yılda 10 milyon ton buğday ithal ediyoruz. Hazırlanın, hadi söyleyin “Evet, buğday ithal ediyoruz ama kardeşim, un ihraç ediyoruz.” söyleyin “Makarna ihraç ediyoruz, bulgur ihraç ediyoruz.” Hepsi doğru. Arkadaşlar, TMO Genel Müdürü burada, ben yıllarca TMO’da uzmanlık yaptım. Eş değer katsayıyla, çevirme katsayısıyla hesaplarsanız Türkiye’nin işlenmiş tarım ürünü ihracatı için kullandığı ham madde miktarının 7 milyon ton olduğunu bulursunuz yani Türkiye buğdayda 3 milyon ton her yıl şakır şakır açık veriyor. Gizlemekle kimse bir yere varamaz, gizlemekle kimse bir yere varamaz. Bizim yapmamız gereken, bu artan talebe karşılık ekim alanlarımızı artırabilir miyiz, buğday üretimimizi artırabilir miyiz?
Arkadaşlar, rakamlar var, bu rakamlar size hiçbir şey söylemiyor mu? Bakın, ne dedim size? Türkiye yılda 1 milyon nüfus artırıyor dedim, yılda 1 milyon. Peki, ne olmuş, ekim alanlarında ne yapmışız, ben size rakam vereyim. Türkiye’nin son yirmi yılda ekim alanı 2,7 milyon hektar azalmış. Bakın, ben sizin gibi dekara çevirerek söylemiyorum, azından söylüyorum. Siz diyorsunuz ya: “Her yeri, her şeyi…” Peki, ben dekarından söyleyeyim: Türkiye son yirmi yılda 27 milyon dekar ekim alanlarını azaltmış, çiftçi ekmekten vazgeçmiş. Bu, 3 Trakya alanı büyüklüğündeki alanı ifade ediyor. Bunun sebebine ilişkin a) Bir araştırmanız var mı? b) Bir çözümünüz var mı? Soruyorum ya, bu bir veri değil mi, bunu sunumunuzda niye söylemiyorsunuz? “Türkiye’de 27 milyon dekar alanı çiftçi ekmekten vazgeçti, Tarım Bakanlığı olarak bunu görmekten üzüntü duyuyoruz ve bunu çözmek için şöyle önlemler alıyoruz.” niye demiyorsunuz? Gerçeği olmamış gibi göstererek bir yere varabilir miyiz? İlave rakam söyleyeyim size: Çiftçi sayısı… Çiftçimizle övünüyoruz, övünelim çünkü onlar son çiftçiler artık. Türkiye’de 2,5 milyondan fazla; 2,6 milyon çiftçimiz vardı Çiftçi Kayıt Sistemi’ne bağlı, şimdi 2 milyon 130 bin çiftçimiz kaldı. Ortalama çiftçi yaşı kaç arkadaşlar?
AYHAN BARUT (Adana) – 55.
GÖKHAN GÜNAYDIN (İstanbul) – Köylere gidiyorsunuz değil mi, gidiyor musunuz? Arkadaşlar, ortalama çiftçi yaşı 55-56. Genç çiftçileri gerçekten özendirmek için; iş olsun diye değil, AB Projesi’nden bahsetmiyorum, sahte işlerden bahsetmiyorum, gerçekten genç çiftçileri özendirmek için ne yaptınız, hangi sonucu aldınız? Bugüne kadar hangi projede kaç yüz bin genç çiftçi tarlaya, alana geri döndü? Köylerin okullarını kapatırsanız, kırsal alandaki sosyal altyapı yatırımlarından vazgeçerseniz, bırakın vazgeçmeyi, tahrip ederseniz bu genç insanları nasıl olacak da kırsal alana çekeceksiniz?
Bir başka önemli konu sevgili arkadaşlar: Hayvancılık. Ben gerçekten hayret ediyorum. Sayın Bakan, görüyorum işte, GÜBRETAŞ’ta uzun zaman çalışmış ama önceden Marshall’da çalışmış, sonra gazetecilik yapmış. Mesela gübre fiyatlarında inanılmaz bir artış var, değil mi arkadaşlar var? Var mı, yok mu arkadaşlar? Ben size bir rakam vereyim mi? Hani dedim ya gıda enflasyonunda yüzde 75, dünya 1’incisisiniz. Gariban çiftçinin sesi çıkmıyor, sesi. Türkiye Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi’ndeki enflasyon yüzde 150. Yüzde 150’lik enflasyonla bu memleketin kahraman çiftçisi üretim yapmaya çalışıyor.
Peki, GÜBRETAŞ’ın yıllarca İcra Kurulu Başkanlığını yaptınız, ne oldu arkadaşlar, gübre fiyatlarında bir eksilme, azalma mı var, yoksa çiftçinin ulaşamadığı bir gübre fiyatı mı var? Daha önemlisi şu: Ne önlem alıyoruz ya, ne önlem alıyoruz; gübre fiyatlarını uygun noktaya çekebilmek için ne önlem alıyoruz? Yem fiyatlarından bahsediyor. Arkadaşlar, övünüyorsunuz yem fiyatlarıyla. Ben rakam vereyim size ya: Bunu Türkiye’de yemle uğraşan herkes biliyor, bizim bilmediğimizi mi sanıyorsunuz? Burada bahsetmediğiniz zaman üstü örtülecek mi sanıyorsunuz? Türkiye yılda 25 milyon ton yem üretiyor. Ne kadarı ithal ham maddeye dayanıyor, ne kadarı? 13 milyon ton arkadaşlar. Ürettiğimiz her 2 kilogram yemin 1 kilogramlık ham maddesi dışarıdan geliyor. Dışarıdan soya almazsanız, mısır almazsanız, buğday almazsanız, arpa almazsanız içeride yem üretemez durumdasınız ve buna rağmen, bize yem sanayisinde yaşanan olumlu gelişmelerden bahsediyorlar arkadaşlar; hayret ediyorum. Hani, bir bakan vardı ya “Dolardaki artıştan size ne?” diyordu. Çiftçi ahırına koyduğu, hayvanının önüne koyduğu 1 torba yemdeki fiyat artışlarını görünce gözlerine inanamıyor. Sebep ne? Çünkü siz ekonomiyi öyle bir tahrip ettiniz ki 13 milyon ton ithal ham maddeye dayalı olan yem fiyatları uçtu, uçtu ve çiftçi hayvanının önüne yem koyamadı; ne gam! Yani burada biz hep beraber toplanacağız, kıratlarımızı takıp beyaz gömleklerimizi giyineceğiz; bunların hiçbirinden bahsetmeyeceğiz, öyle mi? Gerçekten inanamıyorum.
Ya, siz meradaki iyileşmelerden bahsediyorsunuz. Arkadaşlar, rakamlar ortada yok mu ya! Rakamlar ortada yok mu? Ben size rakam vereyim: Şu anda 14 milyon hektar olduğunu söylüyorsunuz mera miktarının değil mi? 2000 yılında 17 milyon hektardı. Eğer şu anda bu memlekette kullanılabilecek 14 milyon hektar mera olsun, çayır olsun ben ziraat mühendisliği diplomamı yırtarım. Kimi kandırıyorsunuz? Türkiye’de çayır kalmadı, mera kalmadı; verimli çayırı, merayı ancak müzelik olarak görebilecek duruma geldik. Mera ıslah çalışmaları hiçbir sonuç vermedi, birbirinizi kandırmaktan vazgeçin. Arazi toplulaştırma çalışmaları ancak yolsuzluk öykülerine konu edilebilir, bunları bilmiyor muyuz? Türkiye’de hayvancılık öldü, bunları bilmiyor muyuz? Rakam vereyim size, rakam: Türkiye’nin 1980’de 16 milyon sığırı vardı. Ne kadar bugün sığırı? “17 milyon” mu? Türkiye’de nüfus 1980’den bugüne 42 milyon artmış, sığır varlığımız 16 milyondan 17 milyona çıkmış. Rakam doğru mu? Rakamın doğru olmadığını sektördeki herkes biliyor.
Manda… Mandaları müzeye koymamız lazım korumak için. 1980’de 1 milyon mandası vardı memleketin, bugün 172 bin mandası var; her 10 mandadan 8’i yok oldu. Ne yapıyoruz? Söylersiniz şimdi bana, manda koruma projeleri yapıyorsunuz. Sonuç ne, sonuç, sonuç ne; söyleyin bana. Koruma projesiyle birilerini zengin ettiğinizi biliyoruz arkadaşlar, önemli olan manda varlığı artıyor mu, mandayla uğraşan çiftçi para kazanıyor mu.
Koyun… 49 milyon koyunu vardı memleketin 1980’de, bugün 44 milyon koyunu var; 6 milyon koyunumuz kaybolmuş. Nüfus 42 milyon artarken biz 6 milyon koyunumuzu kaybetmişiz. Keçi 19 milyondan 11 milyona inmiş, ne gam! Siz konuşmaya devam edersiniz, hatta bir şey daha söylersiniz. Arkadaşlar, bilime aykırı açıklamalar yapmaktan ne zaman vazgeçeceksiniz?
Türkiye’nin kırmızı et üretimi 2020’de 1 milyon 70 bin ton, 2021’de 1 milyon 952 bin ton. Ne oldu arkadaşlar ya! Hani, bunlar canlı varlıklar, popülasyon. Bir memlekette bir popülasyonda, bir canlı hayvan varlığında on beş yıldır 1 milyon ton altında olan kırmızı et üretimi nasıl olur da bir yılda 1 milyon ton daha artar? Kimi kandırıyorsunuz? İstatistiklerle oynayarak bir yere varacağımızı mı sanıyorsunuz? Halının altına gerçekleri süpürerek nereye varacağımızı sanıyorsunuz? İki şey oluyor, biliyor musunuz? Bir, açıkça istatistiklerle oynuyorsunuz. İki, süt fiyatları vesaireyle, yem fiyatları vesaireyle hayvan besleyemeyen çiftçi, besici hayvanını kestirmek zorunda kalıyor ve siz bunu övünme meselesi yapıyorsunuz.
Arkadaşlar, bu kafayla bu Bakanlık yönetilemez. Ben samimi söylüyorum. Ben ziraat mühendisiyim, 1985 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesinden mezun oldum, mesleğimle onur duyarım. Bu mesleğin oda başkanlığını yıllarca yaptım. Tarım Bakanlığında çalışan arkadaşlarımızla da övünürüm ama ortaya çıkan tablo Türkiye’nin geleceğini göstermiyor. Türkiye’nin maalesef önünde yaşayabileceği bir gelecek, ifade edebileceği bir durum kalmadı.
Bir rakam daha vereceğim size. Türkiye’de “iklim değişimi” diye bir şey var mı? Dünyada iklim değişimi var, değil mi? Bu memlekette iklim değişiminin etkisini nerede görüyoruz? Mevsimler kayıyor. bilim insanları diyor ki: “Akdeniz havzası iklim kuşaklarının her yıl 150 ila 300 kilometre kuzeye doğru kaydığı bir havzayı göstermektedir.”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM – Sayın Günaydın, süreniz doldu; iki dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayalım.
GÖKHAN GÜNAYDIN (İstanbul) – Teşekkür ederim.
Yani biz o zaman neyi görmeliyiz; bu memlekette yaptığımız sanayi faaliyetleri, tarım faaliyetleri bunların tamamını, bu iklim değişimi gerçeğine göre yeniden organize etmeliyiz. Ne yapıyoruz? Valla sulamadan bahsettiniz hayret ettim. Arkadaşlar, Türkiye’de ne kadar alan sulanabiliyor? Şu rakamı söyleyenler olabilir içinizde, artırıyoruz falan. Türkiye’nin teknik ve ekonomik ölçütlere göre sulanabilen alan varlığı ne kadardır? Optimal alan 8,5 milyon hektar. Peki, bu rakamı bize kim söylemiş? Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Ne zaman söylemiş? Otuz beş yıl evvel. Peki, teknik ve ekonomik koşullar değişmedi mi? Bizim sulayabileceğimiz alan sayısı artmadı mı? Artmadı, çünkü sulayabileceğimiz alan varlığını artırırsanız sizin ne kadar alana daha sulama yatırımı götürmeniz gerektiği ve bu alandaki açığınız ortaya çıkar. GAP bölgesinde ne kadar alan sulayabileceğiz? 1,8 milyon hektar. Soruyorum arkadaşlar, ne kadar alana su götürdünüz? Yirmi yıldır iktidardasınız; 1,8 milyon hektardan ne kadarına su götürdünüz? Var mı içimizde Şanlıurfa milletvekili, Diyarbakır milletvekili, Mardin milletvekili. 600 bin hektar bile değil yani üçte 1’ine bile götürmediniz daha ve siz burada, sulama yatırımlarıyla övünüyorsunuz. Arkadaşlar, biz burada birbirimizi karalayarak, birbirimizi aşağı çekerek bir siyaset yapamayız ama hepsinden önemlisi gerçekleri gizleyerek bir siyaset yapamayız. Bu memlekete bir borcumuz varsa hep beraber bu tarım ve gıda sorununu olduğu gibi saptamak ve doğru dürüst çözümler üretmek zorundayız.
Ben önümüzdeki zamanın buna hizmet etmesini diliyorum ve tüm arkadaşlarıma saygılarımı sunuyorum, sağ olun.
Sosyal Medya Hesaplarımız