Edit Content

"Acemi Kalma Ustası"

Doç. Dr. Gökhan Günaydın

İstanbul Milletvekili
CHP Grup Başkanvekili

Kamu görevlisi bir babanın sık çıkan tayinleri nedeniyle Anadolu’yu adeta karış karış dolaşan bir ailenin içinde büyüdüm. Bu bağlamda ilk, orta ve lise öğrenimimi Zile/Tokat, Sarıkamış/Kars, Tosya/Kastamonu, Aksaray/Niğde, Ereğli/Zonguldak ve Geyve/Sakarya ilçelerinde tamamladım.

İletişim

Sosyal Medya

  1. Home
  2. »
  3. Güncel
  4. »
  5. Etkinlikler
  6. »
  7. Çocuklarımızı Tarikat Yurtlarına Yöneltmeye Çalışıyorlar
bu içeriği paylaşın;

Çocuklarımızı Tarikat Yurtlarına Yöneltmeye Çalışıyorlar

TBMM Basın Toplantısı
Yazı Boyutu:
14px
24px

Uzun ve sıcak bir yazı artık geride bırakıyoruz. Ancak belirtmemiz gerekir ki, başlayacak olan sonbahar özellikle aileler ve hane halkları için daha ağır geçecek gibi görünüyor. 

İlk, orta ve yüksek öğrenime başlayacak çocuklarımız için ve onların aileleri üzerine yarattığı ekonomik yıkım bir tarafa, ayrıca büyük kentlere okumak için gidecek çocuklarımızın yurt sorunu halen çözülebilmiş değil. Rakamları verdiğimizde aslında tablo yeterince net bir şekilde ortaya çıkıyor.

2022-2023 öğrenim yılında değerli mensupları, 6 milyon 860 bin kardeşimiz örgün öğretimde görev alacaklar ya da örgün öğretimden yararlanacaklar. Yalnızca bu sene 2 milyon 995 bin çocuğumuz sınava girdi ve bunlardan 1 milyon 846 bini üniversitelere kayıt yaptırdılar. Rakamları gerçekçi ortaya koymakta yarar var. Açık öğretimde okuyan çocuklarımızı çıktığımızda, örgün öğretimde bu dönem 4 milyon 24 bin çocuğumuz üniversite eğitimi alacaklar.

Peki, buna karşılık yurt kapasitemiz ne kadar? ‘nın Kurumsal Mali Durum Beklentiler raporundan sizinle paylaşıyorum. Bu rapora göre 31.12.2022, yani geçen yılın sonu itibarıyla 785 yurtta 876 bin kapasitemiz varmış. Peki, 30 Haziran 2023 tarihi itibariyle bu tablo nereye yükselmiş? 23 yeni yurt yapılmış, yurt sayısı 808’e ulaşmış, ancak ne gariptir ki kapasite 876 binden 874 bine düşmüş. İlave 23 yurt yapılmasına rağmen yurt kapasitesinin 2000 azalması galiba Türkiye’ye özgü bir durum olsa gerek.

Peki, bu rakamları karşılaştırdığımızda elimizde nasıl bir veri ortaya çıkıyor?

 Türkiye’deki üniversite öğrencilerinin yalnızca yüzde 21,7’sine yetecek kadar kamu yurdu vardır.

Peki, bu kamu yurtlarının acaba Türkiye genelinde ölçekte dağılımı uygun mudur? Örneğin İstanbul’da üniversite öğrencisi kardeşlerimizin yalnızca yüzde 3’üne yetebiliyor yurt kapasitesi, Konya’da yüzde 19 buna yetebiliyor, buna karşılık Bingöl’de kapasiteden daha fazla yurt var. Demek ki bu ölçeği de Türkiye çapına doğru da atabilmiş değiliz. Bu daha da ağırlaşan bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. AKP’nin uyguladığı ekonomi politikaları çerçevesinde örneğin İstanbul’da üniversitelerin en çok yoğunlaştığı Fatih’te, Kadıköy’de, Beşiktaş’ta 20 bin TL’nin altında en basit bir evi bulabilmek, kiralayabilmek mümkün değildir. Ankara’da Cebeci ve Beytepe’de 15 bin TL’nin altında bir öğrenci evi kiralaması yine iyimser bir tahmin olarak söylenilebilir.

Marmara Üniversitesi’nin öğrenci yurdunda geçen sene 800 TL olan ücretler, bu sene 1500 TL’ye çıkmış durumdadır ve bu tablo kamu yurdu yapmayarak çocuklarımızı vakıf dernek, özel yurt adı altında tarikat yurtlarına yöneltmeye çalışan AKP iktidarının tablosu olarak maalesef önümüzdedir ve tabii sonbaharla beraber üniversitelerin açılmasıyla birlikte önemli sorun olarak önümüzde durmaktadır. Şimdi sonbaharın en önemli sorunlarından bir tanesini yurt sorunu olarak ortaya koyduk.

Bir başka önemli konu, artık yavaş yavaş sonbahardan kışa döneceğiz ve deprem konutları aciliyetini, yaşamsal önemini her geçen gün daha fazla bize hissettiriyor. Değerli basın mensupları, 6 Şubat’ta meydana gelen yıkıcı depremde 650 bin konut ve köy evi, 170 bin işyeri olmak üzere, toplam 820 bin bağımsız birim hasar gördü ya da yıkıldı. Bunların yenilenmesi gerekiyor.

Peki, Erdoğan bu konuda ne söyledi? 8 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta 12 Şubat Stadyumu’nda şöyle diyor: “Hedefimiz depremlerden etkilenen 10 ilde 1 yıl içinde yeni konutlar inşa etmek.” Hemen ertesi gün Kilis’te diyor ki: “Konutları yıkılanlarla ilgili olarak TOKİ vasıtasıyla Çevre Şehircilik Bakanımın koordinasyonunda 1 yıl içerisinde bu konutların inşasını da bundan önce olduğu gibi gerçekleştireceğiz.” Biraz sonra bundan önce olduğu gibinin ne demek olduğunu da size anlatacağım… Hemen arkasından ‘da diyor ki: “Sizlerden 1 yıl süre istiyorum. 1 yıl içinde inşaatların inşasını yapacağız, ihyasını da gerçekleştireceğiz.” Osmaniye’de 21 Şubat’ta benzer bir şey söylemiş: “Tıpkı şehir merkezlerimiz gibi köylerimizi de 1 yıl içinde ayağa kaldırmayı hedefliyoruz. 1 yıl içinde kalıcı konutları yetiştireceğiz ve vatandaşlarımızı yerleştireceğiz.”

Böyle devam ediyor sözleri. Peki bu sözler, bu taahhütler çerçevesinde gerçeklerin altını çizelim. Rakamları tekrar edeyim; 507 bin konut, 143 bin köy evi, 170 bin işyeri olmak üzere toplam yapılmayı bekleyen 820 bin bağımsız birim var. Bu 650 bin konut ve köy evinden bugün itibarıyla inşasına başlanan bağımsız birim sayısı 131 bindir. Demek ki taahhütlerinin yüzde 20’sine ancak ulaşabilmiştir. İhalesi yapılmış ancak inşaatına başlanmış bağımsız birim sayısı 69 bindir. Köy evlerinde durum daha da fecaattir. 143 bin köy evi içerisinde inşaatına başlanan köy evi sayısı yalnızca 8339’dur, yani yüzde 6’sına henüz ulaşabilmiş değiller. Peki diyor ya Erdoğan, “geçmişte nasıl yaptıysak bugün de aynısını yapacağız.”

Örneğin geçmişte 2017 yılında Adıyaman Samsat’ta meydana gelen deprem sonrasında ve Çanakkale Ayvacık’ta meydana gelen deprem sonrasında yurttaşlarımız tam 6 yıl konteynerlerde beklemişlerdir. Umuyor ve diliyorum ki benzer bir kaderi Kahramanmaraş’ta, Malatya’da ve Hatay’da, diğer 10 ilde depreme yakalanan yurttaşlarımız yaşamazlar.

Bir rakam daha sizlerle paylaşmak isterim; Strateji ve Bütçe Başkanlığı rakamına göre konut hasarı 56.9 milyar dolar düzeyindedir. Bu da karşı karşıya bulunduğumuz tablonun ağırlığını bize göstermektedir.

Değerli arkadaşlar, dün Erdoğan bir yurt dışı gezisinden dönüşte daha evvel Çevre Şehircilik Bakanlığının söylediği bir sözü tekrar etti, “İstanbul’a yönelik bir yeni deprem yasası hazırlığı yapıyoruz” dedi. Ne yapacaklarmış bu çerçevede? 1,5 milyon konutun dönüşümünü sağlayacaklarmış, Kanal İstanbul’un her iki yakasına 500’er binden toplam 1 milyonluk yeni bir yerleşim alanı açacaklarmış ve böylece her ilçeye bunu yapabilmek için de bir koordinatör vali atamışlar.

Şimdi soralım; ne zamandan beri ilçelere vali atanıyor? Yani kaymakamlar yetmiyor da vali atadığınız zaman o sorunlar çözülüyor mu? Ya da şunu söyleyelim, Recep Tayyip Erdoğan 4 yıl 7 ay İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı, izleyen 21 yıldır da bu memlekette Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak görev yapıyor. Toplam 25 yılı aşkın görev süren boyunca İstanbul’da olası depremi önlemek için ne yaptınız ki bugün vereceğiniz taahhütleriniz gerçekçi olabilsin? Ha şunu söyleyelim; biz biliyoruz ki 8 ay sonra gerçekleştirilecek İstanbul seçimlerini düşünüyorsunuz. Sizin amacınız deprem falan değil, sizin amacınız rant, sizin amacınız İstanbul seçimleri. Her ilçeye değil, her mahalleye de bir koordinatör vali atasanız vatandaş kimin iş yaptığını, kimin iş yapmadığını çok iyi biliyor.

25 yıl deprem adına hiçbir şey yapmamış ve İstanbul’un katledilmesinden sorumlu olduğunu da itiraf etmiş bir yönetimin, bu saatten sonra İstanbul’un deprem sorununu çözmesini beklemek herhalde hayalden ötedir.

Peki, bu yönetim deprem ve iktisadi felaket meselesinde nasıl bir ilişki içerisinde? Rakam verelim sevgili arkadaşlar; biraz evvel ifade ettim, konu tasarının Cumhurbaşkanlığı Strateji rakamını 56.9 milyar dolar olarak tahmin ediyor. Bugünkü dolar kuruyla çarptığınızda bunun 1 trilyon 547 milyar lira olduğu açık.

Peki, KKM’nin yalnızca 2023 yılında Hazine ve Merkez Bankası’na getireceği yük ne kadar? En iyimser rakamlarla 600 milyar TL. Yani siz bu ülkenin başına gelmiş o kadar büyük bir felaketsiniz ki, Türkiye’nin yaşadığı en büyük deprem belki 6 Şubat depreminin hasarının %40’ını KKM ile sermaye sahiplerine transfer ettiniz ve gömdünüz. Bir daha ifade edeyim mi size? 1 trilyon 547 milyar lira bütün depremde 10 ilde meydana gelen konut hasarı ve siz bunun yüzde 40’ını, yani 600 milyar lirayı yalnızca bir yıl içerisinde KKM zararı olarak Hazine’ye ve Merkez Bankası’na ödetiyorsunuz. Böyle bir tablonun içerisinden rasyonel bir yönetim elbette ortaya çıkmaz.

Bununla beraber tabii bu KKM’ye yönelik olarak alınan ve iktisadi gerçeklerle örtüşmeyip bankalarla mudileri karşı karşıya bırakmaya yönelik kararınızı nasıl ve ne ara uçurdunuz ki, bankalar borsada işlem yaptılar ve borsa cuma öğleden sonrayı çakılma, pazartesi gününü yükselişle geçirdi. Yurttaşlarımızı kendi tabirinizle silkelerken, acaba bu aradan kimler milyonlarca dolarlık rant sahibi oldu? Türkiye bunların bir gün araştırılacağı bir ülke haline mutlaka gelecektir.

Değerli basın mensupları; konuşmamı basın toplantım bitirirken bugünlerde magazin basınında söz edilen, popüler kültürde konu edilen bir konuya değinmek isterim. Amacım bu tartışmaların bir tarafı olmak değil. Herhangi bir sanatçı dilediği yazarı, şairi kendine örnek alabilir. Ancak ben bu yazarların, şairlerin iyi anlaşılması gerektiğini ifade ediyorum. Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü diye bir kitap yazmış, bu kitabın kendisinin baş yapıtı olduğunu söylüyor. Peki ne diyor kendisi bu yapıtlarda? Diyor ki: “Bir Yüceler Kurultayı vardır; bu birleşir ve başyüceyi seçer. Başyüce devletin reisidir, devletin ismi de Başyücelik’tir.” Bir devlet tefekküründen bahsediyor, sonra diyor ki: “Başyüce milletini tek şahıs içinde yekünleştiren bir örnektir.” Yani öyle bir baş yüce olacak ki, milleti tek şahıs içerisinde yekünleşecek. “Kaza cihazı -yani yargıyı, adaleti kastediyor- onun adına işler ve adalet onun adına dağıtılır.” Yani Türk milleti adına değil de başyüce adına dağıtılan bir adalet sisteminden bahsediyoruz.

Devam edelim. Mesela Başyücelik Emirleri ve Matbuat, sizleri çok ilgilendiren bir konu. “Bu emrin neşri ile beraber Matbuat Hürriyeti isimli milli ve içtimai felaket vesilesi kaldırılmıştır.” Yani Necip Fazıl Kısakürek göre matbuat hürriyeti, bir milli ve içtimai felakettir. “Bundan böyle matbuat bilinen manada hür değildir. Sonra bu yasağı kitap, gazete, mecmua, broşür, afiş vesaire olarak matbuat çerçevesinin belirlediği ne kadar vasıtası varsa hepsi birden dahildir. Yukarıda sayılan yayın vasıtalarının kadrolaştığı roman, şiir, piyes, hikaye, tenkit, tetkik, , ilim, fikir, haber, röportaj vesaire gibi bütün ifade nevileri, neşirlerinden evvel kendi kendilerini devlete tasdik ettirmek ve neşir, ehliyet ve liyakatini alakalı devlet teşekkülü marifetiyle hüccetlendirmek mükellefiyeti altındadır.” Yani Necip Fazıl Kısakürek, bize herhangi bir yayının çıkmadan evvel sansüre tabi tutulması gerektiğini, ancak bu sansürü geçebilirse yayınlanabilmesi gerektiğini söylüyor ve “gerçek hürriyetin ne demek olduğu anlaşılıncaya ve bu anlayışa doğuracak yüksek ferdi ve içtimai irfan maya tutuncaya kadar her şekil ve her nevi matbuat, en sert murakabe ve en kesin güdümü tabi tutulacaktır. Basın kendi kendini kontrol edebilecek hale gelinceye kadar böyle” diye buyurmuş.

Necip Fazıl’ın bu İdeolocya Örgüsü kitabını alınca, dinimiz kinimizdir lafının ve Recep Tayyip Erdoğan’ın da kendisine Necip Fazıl Kısakürek’in rehber edinmesinin kendisi açısından ne kadar doğru ama demokrasi açısından ne kadar yanlış bir iş olduğunu açıkça görmek gerekiyor.

Değerli basın mensupları, ben bütün bu çerçevenin Türkiye’nin kendisine yakışan bir demokrasi ve iktisadi iklimiyle taçlanan yeni bir döneme ilişkin umudum ile hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik eleştirilerini dikkatle takip ediyoruz. Gerçekten haklı…

Memura yetersiz zammı eleştirirken, emeklinin bu zamdan hiç pay alamamasını Erdoğan’ın eleştirmesi olsa olsa bir trajikomedi vesilesi olabilir. Yani Erdoğan Meclis’te yapılan çalışmaları, sabaha kadar süren tartışmaları muhalefetin emeklileri öldürüyorsunuz eleştirilerini hiç duymamış mı? En azından iktidar orada ortağı olan Devlet Bahçeli’nin bu konuda çeşitli sözleri oldu, onları da hiç duymamış mı? Ortaya çıkan tablo nedir?

Türkiye’deki 6 milyon emekli 7500 TL gibi artık açlık sınırının da çok altında olmuş bir ücrete maalesef mahkum edilmişlerdir. Bunu duymamış gibi davranması, buna eleştirel yaklaşması, ancak bugüne kadar ortaya çıkan tablonun bir devamı niteliğindedir, inandırıcılıktan uzaktır. Biz, ellerini tutan yok diyoruz. Derhal emeklilerimize bunca yıl devletine, ülkesine hizmet etmiş insanların yaşamlarının son dönemini onurlarıyla geçirebilecekleri bir ücret düzeyine sahip olmaları için gerekli düzenlemeyi yapmayı onlara davet ediyoruz.

İstanbul başta olmak üzere tüm Cumhuriyet Halk Partili belediyelere çöp-çukur yakıştırmasını aynen iade ederiz demekten başka söyleyebilecek bir şey yok.

Dün yaptığı açıklamada dedi ki: “Büyükşehirlerde toplanmayan çöpleri görüyoruz.” Çöp toplama görevinin ilçe belediyelerinde olduğunu bilmesi lazım Recep Tayyip Erdoğan’ın. İstanbul’da 39 ilçe belediyesinin 14’ü CHP’de, birisi MHP’de, geriye kalanları da AKP’dedir. Hem CHP’li ilçe belediyeleri hem de büyükşehir belediyelerimizin tamamı çöp toplama ve toplanan çöplerin arıtma merkezlerine götürülüp ayrıştırma ve arıtma işlemlerini başarıyla yapmaktadırlar. O, kendi ilçe belediyelerine bir miktar daha dikkat ederse tablo çok daha yararlı bir noktaya doğru gelebilir.

Şeker zammına gelince; Türkiye’de her şey sanki birdenbire, bugünden yarına ya da dünden bugüne olmuş bir felaket, bir doğal afet gibi algılanıyor.

Türkiye’nin 25 tane kamu şeker fabrikasını birbirinden ayırarak kârlı olanların tamamını özelleştirenler, özelleştirilenlerden bir kısmını kapattıranlar, Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen ve doğduğu mısırdan üretilen nişasta bazlı şekere memleketi muhtaç hale getiren ve şeker sanayini maalesef milli ve yerli olmaktan çıkartıp bağımlı bir yapıya dönüştürenlerin bugün şeker fiyatından şikayet etmeye hakları yoktur. Türkiye’de milyonlarca şeker pancarı üreticisi, pancarlarının hasat zamanı gelmesine rağmen fiyatın açıklanmamasından yakınmaktadırlar. Hangi fabrikanın ne kadar kota ile ne kadar pancar alıp, ne kadar şeker işleyeceği bile belli değildir ve bu tablo içerisinde Türkiye adeta kıyı bölgeleri hariç memleketinin tamamında pancar üreten ve 1926 yılından bu yana şeker sanayisini kurmuş olan Türkiye, şeker fiyatlarının yükselmesini seyreden bir ülke haline getirilmiştir. Oysa bütün bunların sorunları da çözümleri de çok açıktır. Buna ilişkin yazdığımız kitaplar var, yaptığımız basın toplantıları var. Merak edenler dönüp bunlara bakabilirler. Atladığım bir sorunuz olmadı galiba, 4 soru vardı peşe?..

Enflasyon için sabır…

Evet, yüzde 70’lik bir enflasyon var, bu TÜİK enflasyonu. TÜİK’in ne mal sepetini ne hesaplama modelini bilimsel, uluslararası anlamda evrensel ölçütlere göre yapmadığını hepimiz biliyoruz. Bugün itibarıyla enflasyonun üç haneli rakamlarda olduğunu söyleyenlerin haksız olmadıkları bir yapı ile karşı karşıyayız. Türkiye’de yaz aylarında enflasyon düşerdi, ancak artık haziranda, temmuzda, ağustosta da aylık enflasyon rekorların kırıldığı bir dönemden geçiyoruz.

Peki, ne için acaba sabredeceğiz? Yani Türkiye de nasıl bir gelişme olacak ki enflasyon aşağıya doğru inecek? Mehmet Şimşek’in kurtarıcı olarak gelmesi ve mazota yapılan her gün zamlar, yetersiz artışları karşısında inanılmaz fiyat artışları altında ezilen vatandaş, kurun sürekli artması ve bütün bunların enflasyona yeni pozitif etki olarak yansıması tablosuyla karşı karşıyayız.

O halde Erdoğan’a soralım: Hangi etki olabilir ki Türkiye’de, yaptığınız ne var ki önümüzdeki yakın gelecekte enflasyonu aşağıya doğru çeksin? Mevsim etkilerinden arındırılmış enflasyonun bile tarihi rekorlar kırdığı bir ortamda sabır beklemek, sabır dilemek herhalde akılla açıklanabilir bir şey değildir. Kaldı ki ailesinde, hanesinde çorba kaynatamayan insanın da sabredebileceği bir tablo kalmamıştır.

Türkiye’de sendikaların gerçek anlamda taleplerini ortaya koyabildiklerini ve bunu ısrarla savunabildiklerini söylemek maalesef çok mümkün değildir.

Ancak bütün bunlara rağmen iktidar yanlısı sendikaların bile verilen artışları son derece yetersiz görmesi ve ilave artışları talep etmesi hepimizin bilgisi dahilindedir. Biz çalışanlarımızın hiçbirinin, ne işçinin, ne memurun, ne emeklinin enflasyon karşısında ezdirilmesine razı değiliz. En azından gerçekçi enflasyon rakamlarının üzerinde bir refah payını da ilave ederek, yurttaşlarımızın yaşadıkları ülkeye ilişkin inançlarını, umutlarını ve bağlılıklarını kaybetmediği bir düzlemin yaratılması gerektiğini ifade ediyoruz.

Teşekkür ederim arkadaşlar, iyi günler diliyorum.

Bu İçerik 220 Kez Görüntülendi.

Sosyal Medya Hesaplarımız

Bu Sayfayı Paylaşın

Faydalı Linkler

Abonelik

© 2024, Gökhan Günaydın. Tüm Hakları Saklıdır.