Askerlerimizin ismini sayıyoruz. Niye unutuyoruz? Fethi Şahin, Sefter Taş hatırlıyor musunuz bu çocukları? Bu 2 çocuğumuz Suriye’de yakıldı, yakıldı. Bu çocuklar yakılırken futbol maçı seyrediyordunuz, futbol maçı izlemeyi kesmediniz. Bir hafta süreyle “Dezenformasyondur, yalandır, böyle bir şey olmadı.” dediniz ve en sonunda o çocukların fotoğrafları, videoları yayınlandı. Sonra ne oldu, biliyor musunuz? O çocukların yakılma emrini veren IŞİD‘in sözde emîri Gaziantep’te kuşçu dükkânı açtı. İşte, sizin dış politikanız budur; işte, sizin iç politikanız budur.
CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın‘ın 16 Ocak 2024 – TBMM Genel Kurulu’ndaki değerlendirmeleri:
Değerli milletvekilleri, herkesi saygıyla selamlıyorum.
Son yirmi iki günde ülkemiz üç önemli terör saldırısına uğradı, 21 vatan evladımızı yitirdik. 22 ve 23 Aralık 2023 tarihlerinde iki akşamüzeri üst üste, bir gün 6, ertesi gün 6 olmak üzere toplam 12 çocuğumuzu şehit verdiğimizde, Meclisin derhâl ve vakit kaybetmeksizin bir kapalı oturum yapması, Millî Savunma ve Dışişleri Bakanlarının Meclise gelip bilgi vermesi gerektiğine vurgu yapmıştık, yapmadınız; yerine -bilmem kaçıncı kez- hiçbir sonuç vermediği çoktan anlaşılmış olan bildirilerle iç siyasete mesaj vermeyi tercih ettiniz. Aradan yalnızca yirmi gün geçti, bu kez 9 kahraman askerimiz PKK tarafından şehit edildi. 12 Ocak günü şehitlerimiz toprağa düştü, ertesi gün memleketlerine gönderdik, toprağa verdik. Sonra pazar ve pazartesi günleri bekledik, salı günü, bugün, bir toplantı yapıyoruz. Bakanlar geldiler, bilgi verdiler. Konuşmaların içeriğinden öte Gazi Meclise bilgi verilme ihtiyacının nihayet duyulmasını, Meclisin sahip olması gereken saygınlık ve etkinliğin çok gerisinde kalsa da olumlu bir adım olarak görelim.
Değerli arkadaşlar, ülkemizin ulusal güvenliği, birliği ve bütünlüğü, ortak geleceğimiz açısından hayati önem taşıyan bir gündemimiz var. Bizler siyasetçiyiz. Yurttaşlarımız bizi çocuklarını güven, refah ve barış içinde demokratik bir ülkede yetiştirebilme umuduyla seçiyorlar, bize de bu yolda görevler ve sorumluluklar yüklüyorlar. Mecliste bulunan hiçbir milletvekili arkadaşımızın -ister iktidarda ister muhalefette olsun- bu görev ve sorumluluklarını başkasına ya da başkalarına delege edebilme hakkı ve özgürlüğü yoktur. Meclisin en temel görevleri yasama, bütçe çıkarma ve yürütmeyi denetleme üzerine şekillenir. O hâlde terör gibi ülkemizin en önemli sorununu siyasetüstü ya da siyaset dışı görebilme gibi bir durum asla söz konusu olamaz. Gencecik çocuklarımız toprağa düşüyorsa vakitsiz, bu durum hepimizin uykularını kaçırmalıdır ve elbette nedeniyle, sonucuyla, diyalektik bir bakış açısıyla konuyu ele almalı, araştırmalı ve ülke yararına sonuçlar üretmeliyiz, bunu yaparken de doğruyu yanlıştan ayırmalı, her şeyi yerli yerine oturtmalıyız. Bu konuşma böyle bir eksen içinde gerçekleşecek, amacım vulgar bir siyaset tarzı gütmek elbette değil. Ancak böylesine yakıcı bir sorunu suya sabuna dokunmadan ele almanın da mümkün olamayacağı açık.
“GAZETE HABERLERİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DUYAN VARSA GELSİN BİZE İLETSİN”
Değerli milletvekilleri, evet, bugün, Millî Savunma ve Dışişleri Bakanlarını dinledik, gazete haberlerinden başka bir şey duyan varsa gelsin bize iletsin. Ancak şunu ifade etmeliyim ki kurmay subaylara öğretilen bir bilgi vardır, terörle mücadelenin yüzde 80’i dış politika, yüzde 20’si askerî harekâtlarla sağlanır ve sağlanmalıdır. Peki, biz bugünlere bir anda mı geldik? Anımsatayım, şehit sayılarını veriyorsunuz, isimlerini sayıyorsunuz. Anımsatayım, 2002 yılında iktidara geldiğinizde, 2002 yılında, bu memleket yalnızca 7 şehit vermişti. Dolayısıyla tabloyu nereden aldığınızı ve hangi başarılarla nereye götürdüğünüzü çok iyi anlamamız lazım. Peki, nasıl yaptınız? Biraz bunun kronolijisine bakalım. İşe başladınız, yalnızca üç ay sonra, 1 Mart 2003 tarihinde bu Gazi Meclise bir tezkere getirdiniz. Amacınız, 100 bin Amerikan askerini bu memleketin limanlarına, havaalanlarına, yollarına konuşlandırmak, buradan Irak‘a girmelerini sağlamak ve Irak’ta kimyasal silah aramalarına yardımcı olmaktı. Başbakanınız Abdullah Gül, Genel Başkanınız Recep Tayyip Erdoğan’dı. Her ikisi birlikte bu tezkerenin Meclisten geçmesi için sistemli bir baskıyı milletvekilleriniz üzerinde uyguladılar. 2 partili bir Meclis vardı ve Cumhuriyet Halk Partisinin gücü tek başına o tezkerenin reddine yetmiyordu. Elbette, biz, müktesebatımız ve onurumuz gereğince o tezkereye “ret” oyu verdik. Ancak bizle beraber vicdan sahibi bazı AKP’li milletvekilleri ve bakanları da “ret” oyu verdiler ve bu “ret” oyu çerçevesinde ülkemize tezkereden evvel gelmiş ve konuşlanmış Amerikan askerleri tası tarağı toplayıp gitmek zorunda kaldılar. Ben şimdi size soruyorum, bakalım hatırlayabilecek misiniz? “Ertuğrul Yalçınbayır” adı size bir şey ifade ediyor mu? “Mehmet Aydın” hatırlıyor musunuz bu adı? Ya da “Zeki Ergezen” sizin için hâlâ hafızalarınızda kalan bir isim mi? Muhtemelen hatırlayamazsınız, 3’ü de Hükûmetinizin ilk Bakanlarıydı ve o tezkereye “ret” oyu verdikleri için siyasi hayatlarını bitirdiniz.
“HAMASET YAPMAKLA İNSANLAR ANTİEMPERYALİST OLMAZLAR”
Şimdi bize antiemperyalist nutuklar atıyorsunuz, öyle mi? Antiemperyalizm bir tutum değildir, konjonktürel bir durum değildir; bir ideolojidir, bir duruştur. Hamaset yapmakla insanlar antiemperyalist olmazlar. Amerika Irak’a kuzeyden giremeyince gitti, güneyden girdi, aranan kimyasal silahlar bulunamadı, 1 milyon masum Iraklı öldürüldü ve Irak destabilize edildi yani Irak bugünlere hazırlandı. Bakın, savaş bittiğinde antiemperyalizm nutukları atan lideriniz Erdoğan şunu söylüyordu, hani “Bu söylenmedi.” diyorlar ya, ben İngilizcesini söyleyeyim size: “…”(*) diye başlıyor yani diyor ki: “Irak’ta savaşan kahraman Amerikan erkek ve kadın askerlerinin bir an önce ülkelerine en az kayıpla dönmeleri temennisiyle dua ediyoruz.” Siz şimdi bize bu dualarla antiemperyalizm hamaseti yapıyorsunuz. Amerika, Irak’a kuzeyden giremedi, güneyden girdi ve tablo ortaya çıktı. Sevgili arkadaşlar, demek ki bugünü anlamak için AKP’nin dünkü dış politikasına da bakmak gerekiyor.
Gelelim Suriye’ye. Gene 2005 yılında bir sabah aniden AKP mayınları temizlemeye karar verdi, anlatımınız etkileyiciydi: Suriye sınırında elli yıl evvelden konulmuş mayınlar var, yağmurlar yağmış, bu mayınlar kaymış, haritalarının nerede olduğu bilinmiyor. Sonra, Ottowa Sözleşmesi’ni imzalamışsınız, Ottowa Sözleşmesi’ne 164 ülke imza koymuş. Sözleşmeyi 32 ülke imzalamamıştı. Hangileri, ben size sayayım mı? Amerika imzalamadı, Rusya imzalamadı, Çin imzalamadı, Suriye imzalamadı, bir de İsrail imzalamadı ama siz bize dediniz ki: “Bu mayınları Türk ordusu kendi olanaklarıyla temizleyemez.” Niye? “Çünkü çok şehit veririz.” Peki, kim yapabilir bunu? “Dünyada bu işte en iyi firmalar İsrailli firmalar.” Arkadaşlar, bu söylemlerle konuyu Meclise getirdiniz. O dönemde Suriye’yle aranızda hiçbir şey yoktu, Esad’la birlikte aile fotoğrafları çektiriyordunuz ve İsrailli firmalara bu işi, 50 milyon dolar bile tutmayan bu işi ihale ettiniz. Bakın, her türlü şeyi kanıtlayarak söylüyorum tersini belki söyleyen olur diye. 2005 yılında açtığınız ihaleye İsrail’in Maavarim, Quadro, Red Wings ve IEOD grupları en düşük teklifi verdi. Ne dediniz biliyor musunuz? 911 kilometre uzunluğundaki Suriye sınırı boyunca, derinliğin kimi zaman 20 kilometreye ulaştığı bu yolda, 216 dekarlık alanda mayınları bu firmalar temizleyecek, beş yıl boyunca temizleme işlemini yapacaklar, sonra kırk dört yıllığına o mayınları temizlenen alanı İsrailli firmalara kiraya vereceksiniz ve İsrail orada organik tarım yapacak. Peki buna kim engel oldu? Elbette Cumhuriyet Halk Partisi engel oldu, elbette Cumhuriyet Halk Partisi engel oldu. (CHP sıralarından alkışlar) Ve bunu hem yargıya taşıdık hem de Türkiye’de içeride, dışarıda çok güçlü bir muhalefet yaptık ve bu mayın temizleme işini maalesef yapamadınız. Siz plana sadık kaldınız, Cumhuriyet Halk Partisi memleketine, ülkesine sadık kaldı. Bu dış politika öngörüsüzlüğü sizi buralara getirdi. Bakın, Irak’tan ve Suriye’den size örnek verdim. Peki, asıl Suriye serüveniniz burada bitti mi? Arkadaşlar, dediğim gibi, bir sabah uyandı Amerika Başkanı Suriye’yi antidemokratik usullerle yönetilmekle suçladı. AKP geri durur mu? Derhâl bu trene atladınız, dediniz ki: “Evet, Esad aslında Esed’dir ve antidemokratik bir adamdır.” O arada siz Suudi Arabistan Kralıyla görüşmeye devam ediyordunuz, Sudan’ın diktatör lideri Ömer el-Beşir en yakın arkadaşınızdı ama onların demokratik yöntemleri sizin umurunuzda değildi. Esad’a dediniz ki: “Sen antidemokratiksin.” Tavsiyelerde bulundunuz, kendinize bakmadan tavsiyelerde bulundunuz, sonra dediniz ki: “Biz tanklara binersek üç saatte Şam’a gideriz, Emevî Camisi’nde de öğle namazı kılar, döneriz.” Bu söylemler altında, her zaman olduğu gibi Amerika’nın peşine takıldınız. Küçücük bir ülkede, komşunuzda, vekâlet savaşlarında yüz binlerce insanın, çoluk çocuk ölmesine kılınızı bile kıpırdatmadınız. Dünyanın dört bir yanından, ganimet peşinde koşan cihatçılar, o ülkeye sizlerin lojistiğiyle, sizlerin ulaşımıyla geldi, sağlık hizmetlerine kadar destek verdiniz.
Değerli arkadaşlar, İdlib’de bir gece yarısı, Hava Kuvvetleri koruması olmadan oraya soktuğunuz ordumuzu birileri bombaladı, 33 askerimiz şehit oldu, 33 askerimiz ne olduğunu anlayamadan hayatlarını kaybettiler. Olağan şüpheli belliydi, gittiniz bir hafta geçmeden, çocukların toprağa verilmesinden bir hafta bile geçmeden, o olağan şüphelinin kapısında dakikalarca bekleyebildiniz; işte, bu, sizin anlattığınız dış politikadır.
BU ÇOCUKLAR YAKILIRKEN FUTBOL MAÇI SEYREDİYORDUNUZ!
Bir örnek daha vereceğim, askerlerimizin ismini sayıyoruz. Niye unutuyoruz? Fethi Şahin, Sefter Taş hatırlıyor musunuz bu çocukları? Bu 2 çocuğumuz Suriye’de yakıldı, yakıldı. Bu çocuklar yakılırken futbol maçı seyrediyordunuz, futbol maçı izlemeyi kesmediniz. Bir hafta süreyle “Dezenformasyondur, yalandır, böyle bir şey olmadı.” dediniz ve en sonunda o çocukların fotoğrafları, videoları yayınlandı. Sonra ne oldu, biliyor musunuz? O çocukların yakılma emrini veren IŞİD’in sözde emîri Gaziantep’te kuşçu dükkânı açtı. İşte, sizin dış politikanız budur; işte, sizin iç politikanız budur.
“BİZİ DİNLEMEK YERİNE EMPERYALİZM İLE İŞ TUTMAYI TERCİH ETTİNİZ”
Ben size, Amerika ve İsrail’le birlikte ortağı ve tarafı olduğunuz Irak ve Suriye politikanızı anlattım. Bu politika neye yaradı, biliyor musunuz? Şu anda Amerika Türkiye’nin komşusu, Rusya Türkiye’nin komşusu, İsrail Türkiye’nin komşusu. Siz bunları yaparken Mecliste biz bunları bugün olduğu gibi anlattık, ortaya çıkan sonuçları öngördük ve sizi ikaz ettik ancak bizi dinlemek yerine emperyalizmle birlikte iş tutmayı tercih ettiniz. Beyaz Saray’dan size beyzbol sopalı fotoğraflar gönderdiler, umursamadınız; hakaret dolu mektuplar yazdılar, gıkınız çıkmadı ve bugün Irak ve Suriye üzerinden bağıra bağıra gelen planların sonuçlarıyla memleket yüzleşmek zorunda kalıyor.
Gerçek analiz budur değerli arkadaşlarım. Dışişleri Bakanı anlattı bir şeyler, buna ilişkin bir tek cümle duydunuz mu? Irak bu hâle nasıl geldi, Suriye bu hâle nasıl geldi, bir tek cümle duydunuz mu?
Bir tek cümle duymadığınız için orta yerde gerçekten değerlendirilebilecek bir analiz de yoktur. Yirmi dakika gazete haberi anlatmak, Meclise gelip Dışişleri Bakanının bilgi vermesi anlamına gelmez, gelmemektedir.
“BU KAFA İLE BAŞKA BİR DUVARA ÇARPMANIZ YAKINDIR”
Gelelim işin millî savunma boyutuna. Burada üç önemli konunun altını çizmek isterim: Bir, Osmanlı’dan öğrendiğimiz bir ders var; kışlaya siyaset sokmayacaksın. Osmanlı, Balkan Savaşı’nı kışlaya siyaset soktuğu için kaybetti. Balkan Savaşlarından hiç ders almadığımızı 2016 darbe girişiminde öğrendik. Bu memleketin Genelkurmay Başkanı yanındaki, özel kalemindeki yaverleri tarafından derdest edildi, en yakınındakiler 1 numaralı darbeci oldu.
Peki, soruyorum: Onlar, oraya bir günde mi geldiler? Onlar, o terfileri alırken kimleri engellediniz? “Fetullah Gülen devlete sızdı.” diyorsunuz ya, Fetullah Gülen koalisyon ortağınızdı, o nedenle onlar oralara yükseldiler ve bir 15 Temmuz gecesi Genelkurmay Başkanınızı derdest ettiler.
Peki, 15 Temmuzdan ders alındı mı? Bugün başka cemaatler, başka tarikatlar Jandarmada, Emniyette, bakanlıklarda aynı şekilde örgütlenmeye devam ediyorlar. 10 Kasım törenlerinde “Toplu iğne bulamadım.” diye bir zavallı yalanın arkasına sığınarak bu memleketin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafını yakasına asmayı reddeden adamlar teğmen olarak bu memlekette, bu orduda kalmaya devam ediyorlar, onları ikaz eden subaylar soruşturuluyor. Bu kafayla başka bir duvara çarpmanız yakındır ama çarpan yalnızca siz değilsiniz, maalesef memleket çarpıyor.
Gelelim altını çizmek istediğim ikinci konuya: Bu ülkede insanların eşit olarak yaptığı birkaç iş vardı, bir tanesi de askerlikti. Önce bedelliyi çıkardınız, parası olanlar tehlikeli bölgelere gitmediler, askerlikten önemli ölçüde kurtardılar. Bununla yetinmediniz, bir “sözleşmelilik” çıkardınız.
Arkadaşlar, 2023 fiyatlarıyla bir sözleşmeli erin aylık ücreti dış operasyonlarda, kuzey Irak’ta görev yapıyorsa 17 bin lira, şimdi zam yaptınız 23.000 lira. Yani çocuklar dışarıda iş bulamadıkları için herhangi bir eğitim de almadan oralarda en kötü koşullarda, en riskli bölgelere konuluyorlar. Böylece görüyoruz ki ordu içinden aldığımız yanıt “Hayır.” olmakla beraber gerekli eğitimlerden geçirilmeyen bu çocuklar âdeta riskin önüne atılıyorlar.
“ZENGİNİMİZ BEDEL VERİR / ASKERİMİZ FAKİRDENDİR.”
Bu alt başlıkla bir de sınıfsal değerlendirme yapalım. Arkadaşlar, bedelliden sonra sözleşmeli er, uzman onbaşı, uzman çavuş uygulamasıyla askerliği toplumun en yoksul kesimlerine havale etmiş, tahvil etmiş oldunuz. Bir Yemen türküsünün gerçekliğini yüzyıl sonra bu memleketin sokaklarına, mahallelerine, yoksul evlerine kazıdınız. “Yemen yolu çukurdandır/Karavanam bakırdandır/Zenginimiz bedel verir/Askerimiz fakirdendir.” Almus’ta benim hemşehrimin evine asılan o bayrak geceleri beni uyutmuyor. O evden çıkan çocuklar şehit oluyorlar ve buralarda hamaset nutukları atılmaya devam ediliyor ve birileri de çoluğunu çocuğunu, kendisini sahte çürük raporlarının arkasına saklamaya devam ediyor. Milliyetçilik nutukları böyle buralarda atılmaz; gerçekten yurtsever bir tutumu alana indirebiliyor musun buna bakılır; toplumun vicdanı kanamaya devam ediyor.
Ordumuzun organizasyonuna ilişkin ciddi sorunlar var, bunları da geçeceğim.
Şimdi, son yirmi gün içerisinde 3 önemli saldırı olmuş, bu saldırıların tamamı 10 kilometre yarıçapın içerisinde. Burada diyorlar ki: “Terörün kökünü kazıdık, teröristler göz açamıyorlar.” Arkadaşlar, sayenizde en büyük propagandayı yapıyorlar. Ben soruyorum: 22-23 Aralık saldırılarından sonra gerekli önlemleri aldıysanız 12 Ocak niye oldu? Bugün, bu 12 Ocaktan sonra gerekli önlemleri aldınız mı ve bize yeni çocuklarımızın toprağa düşmeyeceğini, şehit olmayacağını garanti edebiliyor musunuz?
Burada Sayın Savunma Bakanı diyor ki: “Her kolda Sıhhiye var, her üs bölgesinde de bir tabip var.” Siz konuşurken Sayın Bakan, bize telefonlar geliyor, çocuk diyor ki: “Tıp fakültesinden mezun oldum; uzmanlığımı yapamadım, mecburi hizmet için bölgeye gönderildim. Beni aldılar, helikopterle Kuzey Irak’ta bir üsse indirdiler. Ben ne askerlikten anlarım ne de askerî yaralanmalardan anlarım.” Siz böyle mi tabipleri oralara koyuyorsunuz? Türkiye’nin askerî sağlık sistemini çökertmenin bir öz eleştirisini yapmanın ihtiyacı içinde değil misiniz? Zaman size daha nasıl kanıtlayacak burada yanlış yaptığınızı?
Arkadaşlar, Türkiye izlediği yanlış politikalar sonucunda büyük bir mülteci akınına uğradı. Suriye’den kaç milyon mülteci geldi, sayabilene aşk olsun. Diyelim ki komşumuzda bir sorun vardı, geldiler; peki, ben soruyorum, Sayın Millî Savunma Bakanına soruyorum, Sayın İçişleri Bakanına soruyorum.
“MÜLTECİLER KARDEŞİMİZDİR.” LAFLARIYLA BU MEMLEKET DÖNMÜYOR”
Afganistan ile Türkiye arasında tam 2 bin kilometre var; Türkiye’ye gelmeden evvel arada Pakistan var, Türkmenistan var, İran var, Azerbaycan var. Afganistan’dan Türkiye’ye şakır şakır mülteci geliyor. Onları kim bizim sınırlarımıza getiriyor, merak ettiniz mi? Hiç baktınız mı, istihbaratınız var mı? Onları bizim sınırlarımızdan ellerini kollarını sallaya sallaya Van‘dan, Hakkâri’den girip Ankara’ya, İstanbul‘a hangi firmalar tarafından taşınıyorlar? Bunların içerisinde kaç tane geçmişte kelle kesmiş, ciğer yemiş, bunun fotoğraflarını paylaşan, uyuyan hücreler var? Ve bir kere daha soruyorum: Türkiye’nin toplam asker, polis sayısı 1 milyon yok, 10 milyon mülteciyi bu memlekete yanlış politikalarınızla soktunuz. Bunun geçmişte, gelecekte, dış politikaların yansıması sonrasında bu memlekette bir iç güvenlik sorunu oluşturabileceğine ilişkin bir öngörünüz var mı, bir öz eleştiriniz var mı? “Mülteciler kardeşimizdir.” laflarıyla bu memleket dönmüyor, bu memleketin gerçekten ciddi sorunları var.
Şunu ifade edelim: Türkiye, içeride ve dışarıda artan sorunlarla mücadele etme kararlılığı içindedir. Elbette, buradan da geçmişte olduğu gibi, başarıyla çıkmak için her türlü katkının içerisinde olacağız ancak bunun ön koşulu, Türkiye Cumhuriyeti devletini Anayasa‘sında yazılı nitelikleriyle korumak ve geliştirmektir. Terör meselesinin çözümü demokrasidedir. Demokrasisini tek adam rejimine indirgeyen, içeride kutuplaştırmayı marifet sayan, muhalefeti şeytanlaştırmak için her türlü fırsatı kullanmaya gayret eden… Bunlar bilmelidirler ki Türkiye’yi her türlü riske asıl açık hâle getirenler bunlardır.
Kurum ve kurallarıyla çalışan çağdaş bir demokrasiyi tesis etmek, bunu titizlikle korumak ve geliştirmek, Türkiye’yi 86 milyonun yurdu yapmak, ortak geleceğimiz için barış içinde hep birlikte çalışmak en başta Gazi Meclisin milletvekilleri olarak bizlerin sorumluluğudur; toplumu da buraya çekmek söylemimizle, eylemimizle elbette bizim öncülüğümüzde olmalıdır, olmak zorundadır. Dünyanın hiçbir yerinde muhalefet iktidarı makul olmaya çağırmaz, biz bu memlekette iktidarı makul olmaya, rasyonel olmaya; kutuplaşma dilinden, şeytanlaştırma dilinden vazgeçmeye çağırıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Ama şunu biliniz ki Cumhuriyet Halk Partisi bu memleketin birliği, bütünlüğü için üzerine düşen her türlü görevi sonuna kadar yapmaya her koşulda devam edecektir.
Ben bu düşüncelerle hepinizi, Gazi Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
Sosyal Medya Hesaplarımız