Bugün bir iyi haberle başlamak isterim, Daha doğrusu sonunun iyi gelmesini umduğumuz bir haber.
Biliyorsunuz yurttaşlarımıza ağır vergiler getiren düzenleme 15 Temmuz tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Biz bunun Motorlu Taşıtlar Vergisi ile ilgili olan bölümünü yalnızca 9 gün sonra, 24 Temmuz tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne götürmüş ve hem iptal hem de yürütmenin durdurulması talebinde bulunmuştuk. Mutlulukla ifade ederim ki, bize Anayasa Mahkemesi’nden gelen yazıya göre, bizim başvurumuzdan yalnızca 2 gün sonra, 26 Temmuz’da Anayasa Mahkemesi konuyla ilgili olarak bir ilk inceleme toplantısı yapmış ve dosyanın esastan incelenmesine karar vermiş. Umuyor ve diliyoruz ki, Ağustos ayında ilk taksit ödemelerinden evvel Anayasa Mahkemesi bu konuda bir iptal kararı verir ve yurttaşlarımız bu haksız, toplamı 30 milyar TL’yi aşan Motorlu Taşıtlar Vergisi ödemesinden kurtulmuş olurlar.
İkinci değerlendirmemiz yine bir Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin. Türkiye Varlık Fonu Yönetimi’nin bünyesine aldığı daha küçük şirketlerin yönetimine yaptığı müdahalelerle onları zarara uğratması durumunda bir tazminat ödeme sorumluluğu yoktu. Anayasa Mahkemesi bu konudaki düzenlemeyi de iptal ederek Türkiye Varlık Fonu’na hukuku hatırlatmış oldu. Bunu da Türkiye’nin yargı sistemi ve Anayasa Mahkemesi’nin çalışması adına olumlu bir değerlendirme olarak sayıyoruz.
Evet sevgili arkadaşlar; 1 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de Recep Tayyip Erdoğan tarafından 20 üniversiteye rektör atandı. Üniversiteler bilim yuvalarıdır. Üniversitelerde bilim adamları öğretim üyesi olarak çalışırlar; hem kendi araştırmalarını yaparlar hem de öğrencilerini yetiştirirler. Türkiye’de uzunca bir zamandır üniversiteler maalesef AKP’nin siyasi müdahaleleri doğrultusunda bilim üretmekten çıktılar ve kaba siyasetin merkezi haline geldiler. Bugün bu atamalarla bunun bir başka örneğini yaşıyoruz.
AKP eski milletvekili ve Grup Başkanı Mehmet Naci Bostancı, Meclis’ten hepimiz tanıyoruz. AKP grup başkanı, artık Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Rektörüdür. 23, 24, 25’inci dönem AKP Gümüşhane Milletvekili ve Etik Kurulu Başkanı Kemalettin Aydın, artık Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörüdür. AKP İstanbul Milletvekili, 28’inci dönem aday adayı Kenan Ahmet Türkdoğan, artık Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Rektörüdür. Ve nihayet 2014 AKP Giresun Belediye Başkan adayı ve daha sonraki dönemler milletvekili aday adayı Yılmaz Candağ, Giresun Üniversitesi Rektörüdür.
Bunlar bizim yalnızca birkaç saatlik araştırmayla bulabildiklerimiz. Ben bunlarla sınırlı olduğunu da düşünmüyorum. Eğer siz eski milletvekillerine bir geçim kapısı olarak tanımlarsanız üniversiteleri ve burayı da hem bir geçim kapısı hem de bir siyasete müdahale aracı olarak sayarsanız, Türkiye’nin ilk 100’de, ilk 500’de, ilk 1000’de dünya çapında listeye girebilen üniversitesinin kalmaması sürpriz olmaz. Bunları da açıklıkla kamuoyuyla paylaşmak isteriz.
Efendim ,durum bununla sınırlı değil, YÖK’e de yeni isimler atandı. Örneğin YÖK üyesi olarak atanan Halit Eyüp Özdemir; bakıyoruz basından öğrendiğimize göre nikah şahitliğini Mustafa Şentop ve Bilal Erdoğan yapmış. Ya bir kişiyi de atayın ki rektöre, YÖK’e falan hani AKP siyasetine bulaşmamış xbir bilim insanı olsun, bir de böyle bir atama görelim. Mahmut Ak’ı atmışsınız. Nereden hatırlıyoruz biz bu Mahmut Ak’ı? İstanbul Üniversitesi rektörlük seçiminde ikinci olmasına rağmen rektör olarak atanmıştı, şimdi o da artık YÖK üyesi. Ve bir de Haluk Görgün… Haluk Görgün’ün hakkını özellikle yememek lazım. Çünkü Haluk Görgün bir mektup yazıyor 28 Mayıs’ta. Bir bilim insanı, bir profesör cumhurbaşkanı hakkında yazıyor: “Bir adam ki uykuya hasret, bir adam ki vatana sevdalı, bir adam ki millete aşık…” Böyle devam ediyor. 28 Mayıs günü, yani ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapıldığı gün arkadaş tarafını belli etme ihtiyacı hissediyor. Bu bir mektuptur ve bu mektubun yazılmasından 2 ay sonra da 1 Ağustos tarihi itibarıyla mektubun doğru okunduğu anlaşılıyor ki, YÖK’e üye olarak kendisi atanıyor. Buralardan siyasal parti taraftarı çıkar da böylesine siyasallaşmış kişilerden doğru yönetilen bir YÖK yönetimi çıkmaz. Bunu da paylaşmak isterim.
Tabii keşke rektörlerle, YÖK üyeleriyle sınırlı olsaydı.
Tarihinde ilk kez ağır deprem sorunu yaşayan, enkaz altında insanlar bulunurken bölgeye deprem çadırı sevk etmek yerine deprem çadırlarını satan, kanı satan, bu çerçevede AKP’nin de yükselen kamuoyu tepkisine dayanamadığı için Kızılay Genel Kurulu tarafından görevden alınan ve yerine bir başkası atanan Kerem Kınık, İyilik ve Merhamet Elçisi olarak atanmış. Herhalde çadır satma ve kan satma konusunda yaptığı iyilik ve merhametleri bundan sonra da yürütecek ve hem ulusal hem de uluslararası alanda yapacağı bu hizmetleri karşılığında da Kızılay’dan para almaya devam edecek.
Bakın buradan sesleniyorum: Şu Kızılay’dan elinizi çekin. Kızılay yeniden milletin ortak varlığı haline gelsin, sizin arpalığınız olmaktan kurtulsun. Bunu da kamuoyuna gerçekten bütün öfkem ile birlikte duyurmak isterim.
Değerli arkadaşlar, Resmi Gazete açısından tabii bayağı bereketli bir hafta. 24 emniyet müdürü görevden alındı, 52’sinin yeri değiştirildi. Sanki memlekette bir iktidar değişikliği oldu. Öyle ya, yani emniyet müdürlerinden üçte birini görevden alıyorsunuz, üçte ikisinin de yerini değiştiriyorsunuz. Neye bağlıyoruz bunu? İçişleri Bakanı değişti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu gitti, yerine Ali Yerlikaya geldi. Ancak AKP iktidarı devam ediyor. Peki, bu görevden alma ve yerine yenilerinin atanmaları acaba ne anlama geliyor diye okuyalım. Tabii görebildiğimiz kadarını söyleyelim.
Bir İstanbul Emniyet Müdürü vardır, hatırlarsınız; İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş, Süleyman Soylu İçişleri Bakanı’yken kendisine haber verilmeden operasyon yapılmasından şikayet ediyor ve İstanbul Emniyet Müdürü de diyor ki İçişleri Bakanı’na: “Size haber verdiğimizde bu haberler sızıyor. Onun için haber vermiyoruz size” diyor. Bu çerçevede Süleyman Soylu iki kez İstanbul Emniyet Müdürünü görevden almak ve yerine Ankara Emniyet Müdürünü getirmek istiyor. Ancak şu anda yapılan uygulama, İstanbul Emniyet Müdürü’nün göreve devam etmesi; başka bir deyişle, İstanbul Emniyet Müdürü’nün söylemlerinin AKP’nin bugünkü içişleri politikası tarafından teyit edilmiş olması. Buna karşılık adeta Süleyman Soylu’nun işlerini yapan, “1 numara” olarak tanımlanan Ankara Emniyet Müdürü’nün kızağa çekilmesi…
Şimdi bu, İçişleri Bakanlığı hafızasından Süleyman Soylu’nun silinmesi adına atılmış bir adımdır. Tabi Süleyman Soylu’yu biz Meclis açılalı epey zaman oldu, epeydir de Meclis koridorlarında görmüyoruz. Kendisine artık milletvekili olduğunu hatırlatalım. Korumalarıyla dışarıda dolaşmaktan vazgeçsin, gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yasama faaliyetlerine katılsın.
Şimdi bu kadar emniyet müdürü değişiyor, Türkiye’nin bir de uluslararası ve ulusal alandaki karnesine bir bakalım. Arkadaşlar üzülerek söylüyorum ki, Türkiye uyuşturucu trafiğinin artık bir merkezi haline gelmiş, önemli bir dağıtım noktası haline gelmiş. Yalnızca son bir yılda uyuşturucu trafiğinde Türkiye’nin yerine bakalım.
18 Ocak 2023, Brezilya’dan Tekirdağ’a gidecek gemide 290 kilo kokain ele geçiriliyor. Brezilya polisi, geminin Tekirdağ’ın Marmara Ereğli İlçesi’ndeki bir limana, Martaş Limanı’na gitmek için beklediğini duyuruyor. 25 Ocak 2023 İspanya’da bu kez Blume adlı bir gemi İspanya tarafından alıkonuluyor, alıkonulmadan evvel Türkiye’ye ve Rusya’ya uğradığı tespit ediliyor. 22 Nisan 2023 Brezilya’nın Sao Paolo eyaletinde bulunan Santos Limanı’nda 117 kilogram kokain ele geçiriliyor. Geminin rotasının İtalya, Türkiye ve Mısır olduğu belirtiliyor. Bir ay geçmeden 18 Mayıs 2023 tarihinde Türkiye’den Hollanda’daki bir şirkete gönderilen otomobil lastiği yüklü konteynırda bu kez tam 1124 kilogram kokain ele geçiriliyor. Ve 28 Mart 2023 tarihinde Peru’da Narkotik Suçlarla Mücadele Birimi yetkilileri, bir deniz rotası üzerinden Türkiye’ye gitmekte olan 2.3 ton kokaine el konulduğunu duyuruyorlar.
En son ne oluyor arkadaşlar? En son Plutus isimli bir gemi, İtalya’da 5.3 ton kokain ile yakalanıyor. Her seferinde kokainin miktarının arttığına dikkatinizi çekerim. Geminin 15 mürettebatı var, bunlardan 8’i Türk. Gemi 2014 yılından bu yana Türk şirketlerinin elinde gözüküyor ve 2021 yılından bu yana da Demeter Shipping üzerine kayıtlı.
Şimdi bunlar kimdir? Bu insanlar bu trafiğin neresindeler? Bu kadar gemi geliyor, gidiyor, yakalanıyor. Türkiye rotası, bunu Mersin Limanı’nda, Marmara Ereğlisi’nde teslim alacaklar kimler? Buna ilişkin herhangi bir operasyon yapıldı mı? Yapıldığını bilmiyoruz.
Peki, Türkiye’de içeride durum ne? Arkadaşlar içeride soruşturma ve kovuşturma aşamasını tamamlamış, denetimli serbestlikten de yararlananlar dahil olmak üzere uyuşturucudan hükümlü ve tutuklu 200 bin insan var. Bunun yüzde 85’i satıcı ve kullanıcı konumunda, yalnızca yüzde 15’in imalathane ve daha büyük işlerle uğraştığı iddia ediliyor. Peki, Türkiye’de gerçek sayının bilim insanları bunun 10 katı üzerinde en az olduğunu söylüyorlar mı? Demek ki 2 milyon yurttaşımız maalesef bu işlere bulaşmış durumda. Bu, Türkiye’nin yalnızca basit bir suç trafiğinin içinde olmadığını, politik olarak, iktisadi olarak ne tür bir cehennemin içine sürüklendiğini de maalesef çok açık bir işaretidir.
Türkiye’de bazı ilçeler ve iller artık suç olayları ile anılıyorlar. Maalesef bunlardan bir tanesi de Esenyurt. Arkadaşlar belinde Uzi tabancalar takılı adamlar, plakası olmayan lüks araçlarla Esenyurt caddelerinde dolaşıyorlar. Türkiye’nin plaka tanıtım sistemleri falan yok mu? Bu insanlar nasıl ellerini kollarını sallaya sallaya cinayetler işleyebiliyorlar? Peki, bu yalnızca birkaç kişinin işlediği suç ve onlar da zaten yakalandı üzerinden anlatılabilecek bir şey mi?
Bakınız Türkiye’de ruhsatlı ve ruhsatsız silah sayısının 1’e 9 olduğu söyleniyor. Yani Türkiye’de 1 tane ruhsatlı silah varsa, 9 tane ruhsatsız silah var. Peki, bu rakama nereden ulaşabiliyoruz? Yani bu herhangi bir veriye, herhangi bir gerekçeye dayanmadan söylenen bir sayı mı? Bir kere bu alanda çalışan bilim insanlarının saptaması. Nereden bu 1’e 9 oranını buluyorlar? Asayiş tedbirleri kapsamında polis ve jandarmanın yaptığı denetimlerde ele geçirilen silahların ruhsatlı-ruhsatsız oranından, cinayet vakalarındaki dosyalardaki bilgilerden, otopsi raporlarından elde edilen rakamlar, Türkiye’de o halde 4 milyon ruhsatlı silah varsa, 36 milyon ruhsatsız silah var.
Bu, şu demek: Türkiye’de her iki erişkinde birinde ya da her 3 evden birinde bir silah var. Ne yaptık biz, Amerika’yla beraber silahlanma yarışına falan mı girdik? Bu işlerin sonu nereye varacak? Ve tabii şunu da söyleyelim ki, en son 2016 yılında İçişleri Bakanlığı idari raporunda yazana göre Türkiye’de 107 bin 628 kayıp silah var arkadaşlar. 2016’dan sonra bu raporu hiçbir yerde görmedik. Bugün bizim araştırma önergelerimize işte “bir tane MP-5 kayıptır” falan filan gibi rakamlar veriyorlar. Bununla hiç kimseyi tatmin edemezsiniz. 2016’da raporunuz var, 107 bin silah kayıp ve o günden bugüne bu veriye ilişkin herhangi bir şey yok.
Peki, 2014’te kaçmış? Yine İçişleri Bakanlığı’nın verisi, 14 bin 682’ymiş. Yani 14 binden 107 bine çıkmış Kayıp silah, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ve onlar hala nerede, bilinmiyor. Bu da dünya istatistiği, World of Statistics, her 100 kişiye düşen silah sayısı. Türkiye, 16,5 silah sayısıyla dünyada 22’nci durumda. Bu listedeki durumumuzu herhalde daha yukarıya doğru değil, bu listenin aşağısına doğru çekmekte fayda var.
Somut önerilerimizi ortaya koyalım: Mutlaka Türkiye’de tüm silah ruhsatlarının yeniden gözden geçirilmesi, bulundurma ve taşıma ruhsatlarının kimlerde olduğunun ve kimlerde olması gerektiğinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu sayının en aza indirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Av tüfekleri ve pompalı silahların denetim altına alınması, ruhsatsız silahlara, kaçak silahlara karşı çok etkin bir mücadelenin yürütülmesi gerektiğinin Türkiye’nin emniyeti açısından bir zorunluluk olduğunu da ifade ediyoruz arkadaşlar. Bütün bunlar Türkiye’nin iç karartıcı maalesef manzaraları.
Başka bir şey; Gazeteci Merdan Yanardağ hala içeride, Gazeteci Barış Pehlivan bugün yazdığı yazıyla içeriye girmekte olduğunu duyuruyor ve TELE-1 hakkında verilen yürütmeyi durdurma kararının bir üst mahkemede kaldırılması sonrasında 6 ila 12 Ağustos tarihleri arasında ekran karartıyor. Onlar ekran kararttıkça Türkiye’nin de içi kararıyor.
Bir ayrı sorun; sonbahara geliyoruz, üniversiteler açılacak. Türkiye’de yükseköğretim düzeyinde örgün öğretim kapsamında değerli arkadaşlar, 4 milyon 24 bin 506 öğrencimiz var. 4 milyondan fazla öğrenci, yurt kapasitesi yalnızca 825 bin. Yani Türkiye’de yüksek öğrenim görmeye çalışan çocuklarımızın ancak yüzde 20.49’una yetebilecek kadar yurt var. Bu memleket gerçekten yurt yapamayan bir memleket mi? Yoksa bu memleket çocuklarına kamu yurtları değil de başka yurtları tavsiye edecek bir hale mi dönüştü? Bunu çok iyi tariflememiz gerekiyor.
Bir başka çok önemli konu, hani “döviz zıplarsa zıplayın, sana ne” diyen bir damat vardı hatırlıyor musunuz? “Maaşını dolarla mı alıyorsun” diyordu. Süleyman Soylu gibi şu anda Berat Albayrak’ın da nerede olduğunu bilmiyoruz. Onların ömrü bu kadardır. Zararlarını verirler giderler ama zarar bu memlekete kalır. Bakın rakam söyleyeceğim size, köprü ve otoyol garanti ödemeleri; bu çerçevede devletin kasasından çıkan para 2020’nin ilk 6 ayında 9 milyar TL civarında, 2023’ün ilk 6 ayında 24 milyar lira civarında. Yani ilk 6 ayda 24 milyar TL biz bunlara devlet kasasından para ödüyoruz. Oysa ne anlatıyordu Recep Tayyip Erdoğan? “Bunlar öyle bir finansman modeli ki, devlet kasasından çıkmadan yeni bir finansman modeliyle kamuya servet kazandırıyoruz, hizmet kazandırıyoruz.” Gördüğümüz ne? Kamuya eser kazandırılmak yerine, kamuya dev bir borç yükü kazandırılmış, yalnızca bir yılda döviz kuru artışından dolayı yüzde 167 dolayında bir ilave finansman gelmiş.
Arkadaşlar şunu ifade edelim ki, yerli ve milli olduğunu iddia eden hükümete çağrımızı yineliyoruz ve bu konuda kanun teklifini de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak hazırlıyoruz. Bu dolar bazlı ödemeler TL bazına çevrilmelidir ve Türkiye hazinesinin soyulmasından vazgeçilmelidir.
Yine ifade edelim ki, Disney+ firmasının, Atatürk dizisinin yayından kaldırılmasına ya da yayına tekrar verilmemesine ilişkin kararı skandal bir karardır. Uluslararası alanda her türlü alana müdahale etmeyi kendine vazife gören hükümeti, bu alanda etkin önlemler almaya, Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu Atatürk’ün manevi mirasına kimsenin saygısızlık yapmasına izin vermemesine davet ediyoruz, bu alanda etkin önlemleri hayata geçirmesini istiyoruz.
Son olarak da ifade edelim arkadaşlar, geçen hafta Akbelen’de bir çevre katliamı yaşandı. Bu çevre katliamının her boyutuyla incelenmesi gerekmektedir. Sermaye-emek çelişkisi, devletin tüm olanaklarının vatandaşın karşısında ve sermayenin emrinde kullandırılması, Türkiye’nin enerji politikasının ve maden politikasının maalesef sürdürülebilir olmayan bir noktaya doğru hızla kayması ve yalnızca enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle başka yerlerden kömür taşımak yerine, belki de binlerce yılda oluşmuş olan ormanı yok etmeye kalkan bu açgözlülüğü deşifre edilmesi… Biz bu çerçevede Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni önümüzdeki Salı günü, yani 8 Ağustos günü bir olağanüstü toplantıya çağıracağız.
Yaşayacaklarımızı ben şimdiden söyleyeyim size. Muhalefet toplantıyı açmak ve Türkiye’nin sorunlarını konuşmak için Meclis’te olacak, AKP milletvekilleri o arada lobide bekliyor olacaklar. Meclis’in tarafımızdan açılması üzerine AKP vekilleri Meclis’i kapatmak ve tatillerine devam etmek üzere Genel Kurul’a gelecekler ve Meclis’i kapatacaklar. Meclis’in ilk tatil kararında söylediğimiz gibi burada da söyleyelim; şu anda inşaat işçileri çalışıyorlar 40 derece ateşin altında, sıcağın altında, tarım işçileri çalışıyorlar, motokuryeler çalışıyorlar. Türkiye’nin dağ gibi biriken sorunları var. Bu sorunu çok açık olarak ortaya koyalım. Elbette milletvekilinin de tatile ihtiyacı vardır diyenler de bulunuyor. Bu tatil herkesin yaptığı gibi 15 gün, 20 gün olabilir. Elbette Meclis’in açık olmadığı günlerde, yani hafta sonları, pazartesi-cuma gider seçildiğin ilde yurttaşlarına beraber olursun ama salı, çarşamba, perşembe günleri hiç olmazsa zahmet et, Meclis’e gel de yasama faaliyetini, denetleme faaliyetlerini hep beraber yapalım. Bu çerçevede biz 8 Ağustos günü Meclis’i olağanüstü toplantıya çağıracağımızı da bir kere daha ifade etmiş olalım.
Sosyal Medya Hesaplarımız